Türkiye Cumhuriyeti, 600 yıl hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu’nun 30 Ekim 1918 yılında emperyalistlerle imzalanan Mondros Mütarekesi ile resmen yıkılmasının ardından kurulan modern, laik, demokratik hukuk devletidir. Bu süreç 10 Ağustos 1920’de Sevr ile tamamlanmak istenmiş ise de imparatorluğun onuru Büyük Devrimci Mustafa Kemal Atatürk ve kahraman silah arkadaşları tarafından üç yıl süren İstiklal Harbi ile korunmuştur. 



İMPARATORLUĞUN KİLOMETRE TAŞLARI

Söğüt’te başlayan yolculuğun Mısır’a, Viyana’ya, Batı Trablusgarp’a uzanan öyküsü milletler tarihinin kıskandıran sayfalarında yerini almıştır. Fetih ülküsü ve taşıdığı misyon devletin sınırları aşarak imparatorluk adı altında cihana hükmetmesi ile devam ettirildiğini vurgularsak yanlış bir ifade kullanmayız. Ne ki yüzyıllar içerisinde devam eden değişim ve dönüşüm yönetim anlayışı, çağın gereksinimlerine ayak uydurulamaması, devlet adamlığı yetersizliği, birbiri ardı sıra gelen stratejik, askeri hatalar ve en onulmazı girilen 1. Dünya Savaşının acı faturası kaçınılmaz sonu beraberinde getirmiştir.

18. yy. başlarında Avrupa sevdası ile yanıp tutuşan özellikle fazla hayalci politikaların sebep ve sonuçları da ayrıca çöküş ve yıkılış sürecinde ele alınması gereken önemli başlıklar olarak tarihte yerini almaktadır.





ATATÜRK FARKI

Elbette Osmanlı Subayı olan dönemin padişahı ile çok iyi ilişkilere sahip olmasa da devrimci, idealist, stratejist ve komutan aynı zamanda liderlik ruhu taşıyan Mustafa Kemal Atatürk’ün, 100. yılında onca soruna rağmen dimdik ayakta olan Türkiye Cumhuriyeti’nin var oluş sürecindeki etkisi, yetkisi ve hükmü asla inkâr edilemez. Eserlerine, bıraktığı devrimlere bugün hayasızca kendisine yapılan saldırıların büyüklüğü görüldüğünde köhnemiş bir devletten yeni bir devletin doğuşunun ne demek olduğu çok daha iyi anlaşılmaktadır..



CUMHURİYET EŞİTTİR TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

Elbette böylesine paramparça olmuş her hatlarıyla kopuk bir devlet yapısından içeride ve dışarıda saygın Türkiye Cumhuriyetini ortaya çıkarmak kolay olmadı. (1) *Atatürk’ün, “Uçurumun kenarında yıkık bir ülke, türlü düşmanlarla kanlı bir savaş, yıllarca süren bir savaş... Ondan sonra içeride ve dışarıda saygıyla tanınan yeni vatan, yeni devlet ve bunları başarmak için aralıksız devrimler...” ifadeleri bu değişimin kanıtıdır

Milleti bir ve bütün olarak geleceğe hazırlamak düşman çizmeleriyle çiğnenmiş Anadolu toprağını, ecdadın onurunu temizlemek kolay olmayacaktı. Nitekim Ankara bozkırında 23 Nisan 1920’de kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi laik, demokratik ve ulus kimliğini her ne olursa olsun bugünde taşıyan Türkiye Cumhuriyeti’nin doğumuna öncülük edecekti.



ATATÜRK’ÜN İLERİCİLİĞİ DEVRİMCİ RUHU VE ANADOLU’DA DOĞAN BÜYÜK DEVLET: TÜRKİYE CUMHURİYETİ

Balkan savaşları faciasından sonra, Çanakkale’deki destansı mücadele, İstanbul’da kullanacağı parayı bile basan bu hayalle yaşayan emperyalizme vurulan en büyük tokattı. Anafartalar’da, Conkbayırı’nda, Çanakkale’de ‘Size taarruzu değil ölmeyi emrediyorum’ diyen Mustafa Kemal’in vatan aşkını anlatamaya hiçbir sözcüğün yeterli olmadığını göstermekteydi…



Tarihin dönemeçlerini değiştiren bu söz konusu destansı savaşların ardından Türkiye Cumhuriyeti devletinin temellerini kuran kıskanılası bir devleti yeniden ortaya çıkartan Mustafa Kemal  Atatürk bu büyük yürüyüşünde en önündedir..



TÜRKİYE NEREDEN NEREYE

1950 çok partili seçimlere geçişi bu başlık altında irdelemek aslında hiç yadsınmayacak bir süreç olarak önümüzde durmaktadır.

Atatürk’ün daha önce istediği çok seslilik ve demokrasi kavramı cereyan eden kimi üzücü ve öfke dolu gelişmelerle geçilse de demokrasinin çok seslilikten geldiği gerçeğini asla unutmamak gerektiğinin altını çizmek gerekir. Aslolan soruun tam da burada sorulması gerekir! Türkiye 15 yılda elde ettiği hem de emperyalizmin elinden söke söke aldığı büyük Türkiye’yi 1950 ve devam eden yıllarda yeterince koruyabilmişmidir?



DEVLET YÖNETEBİLMEK BÜYÜK BİR ÖNGÖRÜ VE KABİLİYET İSTER

Milletler tarihine bakıldığında ayakta kalmayı başaran devletlerin yapılan yanlışlarda yapılan yönetimsel hatalarda ısrar etmemesini gözlemlemekteyiz. Bugün karmakarışık Ortadoğu batağında debelenen Uzakdoğu coğrafyasında inim inim inleyen tebaların insanca yaşam unsuruna karşı ve kendilerini geleceğe taşıyacak gerçeklerden uzak bırakılması veyahut gerçeği okuyamaması çaresizliği, acı tabloyu beraberinde getirmiştir.

Bir hukuksuzluğun elinde inim inim inleyen milletler bir tarafta kan, gözyaşı, savaş, kargaşa, açlık, sefalet ve daha sayabileceğimiz pek çok kötülüklerin pençesinde inlediği görmek ne yazık ki hala devam etmektedir.



NE YAPMALIYIZ

100. yılında Cumhuriyet başlığımızı ortaya atarken aslında ilerleyen zaman dilimi içerisinde yaşanan ve geçmişteki acı tecrübelerin birikimleri bizleri yeniden düşünmeye itmelidir.

Ne yapacağız, yeniden nasıl ayağa kalkacağız, bu coğrafyada nasıl barış ve huzur içerisinde bizi biz yapan değerlerden uzaklaşmadan çekişmelerden uzak bir şekilde var edeceğiz; irdelemeliyiz.

Üretmek zorundayız. Eğitimi daha üst seviyeye taşımalıyız. Eğitim ve birbirini tamamlayan kurumların var olmalarına daha çok bulunmalarına destek vermeliyiz. İnanç özgürlüğüne olan saygıyı yitirmeden farklı kültür ve inançların da kabullendiği bu kutsal Anadolu topraklarının hepimize yetecek kadar büyük olduğunu unutmamalıyız.

Devrimci Atatürk’ün çizdiği büyük Türkiye Cumhuriyeti varlığını kaybetmeden yolumuza her zamankinden daha hızlı ve emin adımlarla devam etmeliyiz. Bu durum ekonominin yükseltilmesi, refah seviyesinin artırılması, milli gelirin ortak bölüşümü, eşit ve kabullenilen hukuk anlayışı, kurumların saygınlığı, kurumlar arasındaki işbirliği ve en önemlisi liyakatın esas alındığı bir yönetim zincirinin 100. yılında Cumhuriyeti çok daha ileriye taşıyacağına olan inancı yükseltmeliyiz.



Kaynak. (1) *9-15 Mayıs 1935  CHP 4. kurultayı